nesecay.com.tr loading

شحن مجاني للمشتريات بقيمة 1500 ليرة تركية وما فوق

OSMANLIDA ÇAY TARIMI

Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti Anteti Bâb-ı Âlî Daire-i Sadaret Âmedi-i Divan-i Hümayun Antedi

Çay tarımı ile ilgili olarak Osmanlı Arşivlerinde bulunan ve şimdiye kadar ulaşılabilen

en eski tarihli belge ile padişahın çay hakkındaki buyruğu ve Çay Tarifnamesi başlıklı ilk resmi rapor

Çay bitkisinin filizleri
Çay Kültür ve Edebiyatı
Çay, sahilden ta dağların tepelerine kadar bütün araziyi kaplayan yeşil bir örtüdür. İnsanımız bu örtünün üzerine sere serpe serilmişcesine aralıklarla evlerini yapmıştır. Gerek coğrafyanın yapısı itibariyle, gerek çayla her karış toprağın değerlenmesi sonucunda Karadeniz’de hangi köyün nerde bittiğini, hangi ilçenin nerde başladığını kestiremezsiniz. İnsanımız toprağını kıymetlendiren bu “yeşil altın”a göre ayarlamış hayatını. Karış karış her tarafı şen yapmış, canlı tutmuş, metre metre ıssızlığı ve tenhalığı buralardan kaçırmıştır. Çay ile ilk defa gurbetten geri dönüşü yaşamıştır. Onunla mürüvvet görmüştür, mutluluklar yaşamıştır. “Varlık” kelimesini öğrenmiştir. Çay sayesinde kendisini bütün dünya tanımıştır. Artık onun hikayesini, masalını, edebiyatını, türküsünü, destanını, şiirini yazmak zamanı gelmişti. Ama olmadı. Şükür görmeyen bütün nimetlerin kaybolması gibi çayın da son 20 yıldır kıymetini hem devlet olarak hem de millet olarak bilemedik. Sevmeye doyamadan ondan kurtulmanın yollarını arar olduk.
Kültür, milletlerin varlıklarını sürdürebilmelerinin en başta gelen şart ve özelliğidir. Edebiyat, sanat, masal, destan, folklor, örf ve adet bunun olmazsa olmazlarıdır. Eğer annelerimiz, ninelerimiz bebeklerimize kendi ninnilerimizi söylemiyorsa, kendi dilimizde anlatacak destan, masal, hikâye bulamıyorsa, ortak bir geçmiş, acı ve sevinci paylaşamıyorlarsa bize birşeyler oldu demektir.
Hamsinin Karadeniz insanındaki yeri ve önemi tartışmasızdır. Onunla ilgili akla gelebilecek her türlü kültürel, edebi, sosyal ve ekonomik motifler üretilmiştir. Bu çağlar boyu süregelen adı konmamış uzun ve meşakkatli bir eğitim öğretim sonucunda oluşmuştur. Bardaktaki çay için de bu anlamda pek çok şeyler vardır. Ancak tarladaki çay için aynı şeyi yapamamışız maalesef.
Çay toplarken çok türkü söylenmiştir, dinlenmiştir veya yakılmıştır. Ama çayın türküsü söylenmemiştir, şiiri yazılmamıştır henüz. Motiflerimizde, desenlerimizde, el işlerimizde, kıyafetlerimizde, yazılarımızda, maskotlarımızda, kitaplarımızda, şiirlerimizde kısacası kültürümüzde istenilen şekilde yer bulamamıştır, çay. Japonlar kendi örf, adet ve gelenekleri ile kültürlerinin en önemli iffet ve namus simgeleri olan “geyşa”larının çay toplarken resimlerini yapmışlardır. En önemli değerlerini en fazla önemi göstermek istedikleri çayla yan yana getirmişlerdir. Daha doğrusu çayı “haremlerine” almışlardır. Başbakanımızın çay toplarken çekilen bir fotoğrafı ile ulusal sanat yıldızlarımızın çay bahçelerinde verdikleri görüntüler yok maalesef. Biz çay toplamaktan hep sıkıldık ve utandık. Nedense ona elimizi sürmekten hep kaçındık. Onu “yevmiyecilere,” “yabancılara” veya “yarıcılara” toplattık. Elimize sürmemek için araya makası koyduk.
Çay Toplayan Japonlar
Japonya, Çin, Malezya, Senegal gibi ülkelerin çay bahçelerine baktığımızda sadece çay bitkisini görmekteyiz. Başka hiç bir bitki yoktur. Olması gereken de budur. Hatta, arazi ve tarım bakımından oldukça fakir olan Japonların bu dar ve kısıtlı topraklarında neden çay bitkisini tercih ettikleri merak konusudur. Meyve, sebze ve diğer tarım ürünlerini değil de bir içecek olan çay bitkisini yetiştirmesi önemlidir. Hatta Çin’de çayla ilgili seromonilerin ve inanışların şekillendirdiği “Çaizm” diye dini bir akım bile vardır. Çay sıradan bir bitki ve içecek değildir. Biz bu bitkiyi ekerken bile sadece “kızılağaçları” kesmişiz, dikenlik arazilere de “setler” çekmişiz. Çay bahçelerinin içine, sanki hiç çay olmayacakmış gibi, elma, armut, karayemiş, gürgen, kestane, erik gibi meyve ağaçları diktik. Mısır, fasulye karalahana ektik. Bir türlü samimi olarak onu içimize alamadık. Oysa dünyanın altıncı büyük çay üreticisi ve beşinci büyük çay tüketicisi bir toplumuz. Hayatımızın her anında vardır, bu çay “nimeti”. Yeterli özeni gösteremiyoruz. Bununla ilgili fazla bir açılım ve yenilikler yapamıyoruz.
Mesela, yurdumuzda çay tarımının gerçekleşmesinden 40 sene sonra ancak poşet çay yapabildik, 50 sene sonra da yeşil çayı üretmeyi başardık! Müstahsil olarak çaya nasıl baktıysak devlet olarak da aynı kem gözle baktık. Daha, soğuk çayın ne olduğunu bilmiyoruz. Meyveli çay veya çay aroması nasıl birşeydir görmedik. Ürün olarak yeterli çeşidi sağlayamadık.
Çayla ilgili Ziraat Mühendisliği’ni ilgilendiren ve tarımı ve tekniğine yönelik pek çok kitap, makale ve yayın vardır ve yeterli sayıda bilimsel çalışmalar da yapılmıştır. Bunların yanında çayın kültürü ve edebiyatına dair bir iki tane, “yazılmış olsun diye yazılan” çay risaleleri ve çay kitapları var kitapçıların raflarında veya kütüphanelerimizde. Ancak bunlar, “yok” dememek için zar zor kültürümüze arzı endam edebilmiş çırpınışlardır. Ama dört dörtlük bir çay takvimi, çay türküleri, çay güzelleri, çaycının yirmi dört saati, çaycıların çay hakkındaki düşünceleri ve hikayeleri, bol resimli çay albümleri, (teknik ve zirai olmayan) çay ve çaycılık üzerine kaleme alınmış iyi bir çay kitabı ile çay festivali, çay dergisi, çaycılar derneği, fan kulüp vs. hiç bir şey yoktur. Benzer yazıların dahası, benzer resimlerin sağda solda kullanılmasından ve aynı şeylerin (yanlışlarıyla birlikte dahi olsa) etrafta birbirlerinin ardı sıra dolaşmasından başka bir şey yok, çayın edebiyat ve kültür aleminde. Eşkiyaya bile türkü söyleyen bu millet “ekmeğine” bir iki satır yazamaz mıydı? Bir iki “name” mırıldanamaz mıydı? Oysa Anadolunun dört bir yanında yetişen ve üretilen her türlü meyve, sebze veya diğer geçim kaynağı tarım ürünlerine türküler söylenmiştir.
Japonya'da Makine ile ve Elle yapılan çay tarımı
Çayın eziyetini çekenlerin edebiyatını yapacaklarını beklemiyoruz. Yeni kuşağın bunu yapacağına inanıyoruz. Kültürümüzde, edebiyatımızda, sanatımızda ve folklorümüzde gerekli yerini aldıktan sonra çay, gerçekten o zaman iki buçuk yaprak olacaktır.
Osmanlı Belgelerinde Çay ve Çayın Serüveni
Çay Türkiye’de ağaç olarak yaklaşık 100 seneden fazla bir zamandır bulunmaktadır. Tarım ve ziraat olarak ülkemizde yayılması 1930’ların sonlarına denk gelse bile yerli üretilen bitki olma macerası itibariyle bir asırdır topraklarımızda yetişmektedir diyebiliriz. Daha önceleri dışardan getirtilirdi.
Dışarıdan getirtilen çay bitkisi ile demlenen çaylarla, yani bardaktaki çayla ilgili bir “çay” kültürü oluşturulmuştur. Bu türden gerek Osmanlıca ve gerekse yeni harflerle kaleme alınan eserler bulunmaktadır. Ama Osmanlı’da çay tarımı ile ilgili olarak kaleme alınan bir şeyler yoktur. Hatta çayın bahçedeki halini ve aşamasını anlatan eserler yazılmamıştır. Biz burada çayın ülkemizdeki tarihine bir ilave yapmakla onun kültür ve edebiyatının oluşmasına katkı sağlamak istiyoruz.
Çay ve tarihi hakkında çok güzel eserler çıkmıştır son zamanlarda. Asım Zihnioğlu’nun “Bir Yeşilin Peşinde” adlı eseriyle Türkiye’deki çaycılık, belki de ilk edebi eserini kazandı. Bu eserin her çay giren evde bulunması ve okunması lazımdır. Aşk derecesinde bir sevgi ile çayın macerasını okuyabilirsiniz bu eserde. Mustafa Duman’ın Çay Kitabı da bu doğrultuda derlemelerden oluşan güzel bir çalışmadır. Diğer teknik kitapları Çaykur’un pörtföyünden edinebilirsiniz. Daha bilimsel olanlarına ise YÖK’ten ulaşabilirsiniz. Burada, belgesel anlamda Türkiye’deki çayın tarihsel yolculuğuna yeni bilgiler eklemek istediğimizden sadece Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgelerle ilgili olarak bazı bilgiler vereceğiz.
Ulaştığımız belgelere göre, çayın, ülkemizde yetiştirilen ve kendisinden mahsül alınan, yani tarımı yapılan bir bitki olarak düşünülmesi 1894 senesinde olmuştur. Yani II. Abdülhamit zamanında ele alınan pek çok yeni konunun arasındadır, çayın Türk topraklarına getirtilmesi hadisesi.
1889 yılında Japonya’ya gönderilen ve dönüş yolunda batan Ertuğrul Firkateyn’inden öncesine rastlayan bir dönemde Japonya’dan getirtilen çay tohumları ile Bursa’da ilk çay denemesi yapılmıştır.
Evvelden yaprakları çay gibi kaynatılıp demlenerek istifade edilen ve
adına Yaban Mersini de denen likapa bitkisi
İlk Çay: Likapa (Yaban Mersini)
Belgelerimizde çay tabirinin geçtiği ilginç ifade ve örneklere rastlamaktayız. 1879 tarihli Osmanlıca bir belgede, henüz bugünkü çay bitkisinin yetiştirilmediği bir tarihte, Rize’deki ormanlarda, kırlarda ve halkın bazılarının bahçelerinde bol miktarda keşfedilen bir tür çay ağacından bahsedilmektedir. Bu belgeye göre yöre halkı bu bitkiyi, emek ve akça sarfederek terbiye edip yapraklarını kilosu on mecidiye karşılığında satmaktadır. O zamanın hükümeti tarafından gümrük vergisi alınan bu çaya benzeyen bitkiden, ayrıca orman vergisi de alınmak istenmektedir. Rusya Hükümeti bu bitkiden vergi namına bir şey almadığından bu çayların kaçak olarak yurt dışına çıkacağından endişe duyulmaktadır. Trabzon valiliğinin yazısı üzerine Osmanlı Hükümeti bu bitkiden örnekler istiyor. Orman Bakanlığı’nın da kontrolünde olmak şartıyla bunun yararlı olup olmadığı araştırılıp ondan sonra tarımının yapılmasına ve yaygınlaştırılmasına teşebbüs edilmesi tavsiye olunmuştur.
Rize’de Çaya benzediği, halkın çayını hazırlayıp içtiği ve sattığından, adına “likapa” yani Yaban Mersini, Trabzon Çayı veya Blueberry de denilen bitkiden bahseden belge. (BOA.İ.ŞD. 46/2515)
Bize göre, o zamanlar “çay ağacına benzeyen bir bitki” olarak tarif edilen bu çay, yöre halkının likapa, kaskanaka, ançera, çera, maheyova, meheğop, çay üzümü, çoban üzümü ve Trabzon çayı gibi değişik adlarla tanıdığı bitkidir. İngilizcesi blueberry olarak bilinen yaban mersini, sağlık meyvesi olarak tanınmaktadır. Bugün başta Kanada ve Amerika olmak üzere pek çok ülkede oldukça önemli bir mevkiye sahiptir. Kansere, şekere ve diğer hastalıklara iyi geldiği bilinmektedir. Ancak belgede çay diye tabir edilen bu bitki, bugünkü anlamda bildiğimiz çay değildir.
Çayla ilgili Osmanlı belgelerinde geçen diğer tabirler ise çay ocağı, çaycı, çay ithali, çayhane, çay takımları gibi ifadelerdir.
Yıl 1894: Osmanlı’da İlk Çay Tarımı
Osmanlı Arşivi’nde bulunan milyonlarca belgeden bir kaç tanesini teşkil eden ve çayla ilgili erişilebilen ilk Arşiv Belgesi olan “II. Abdülhamit tarafından nümune çiftliklerinde çay bitkisinin yetiştirilmesi ve tarımının başlatılması için alt yapı çalışmalarının başlatılması emri” ile aynı buyruk doğrultusunda yapılan çalışmaların bir sonucunu teşkil eden ve rapor şeklinde padişahın bilgilerine Orman, Madenler ve Tarım Bakanı tarafından arz olunan ilk Osmanlıca “Çay Tarifnamesi” bu yazımızın konusunu teşkil etmektedir.
Aslında, en eski tarihli Osmanlıca belge, Orman, Madenler ve Tarım Bakanı Selim Paşa tarafından bakanlığının bütçesi ve gelir gider durumu ile ilgili geniş bilgileri verdiği yazısına bir ek olarak saraya sunduğu ve içerisinde, “padişahımızın buyrukları doğrultusunda Bursa’dan iki sepet derununda getirtilen çay fidanlarının saraya takdim edildiği ve bunların hemen dikilmesi icab ettiğinin” ilave olunduğu 13.05.1894 tarihli belgedir. Ancak bu tarihten önce var olduğu bu yazıdan anlaşılan padişah buyruğuna ulaşamadık. En üst düzeyde ve tarihi bir seyir içerisinde çay tarımı ile ilgili olarak bize metodolojik ve kronolojik ilk ve geniş bilgileri veren belge ise bundan 4.5 ay sonrasının tarihini taşıyan aşağıdaki belgedir. Lakin bu belge çay tarımı tabirinin geçtiği en eski tarihli belge olması özelliğini şimdilik muhafaza etmektedir. İleriki zamanlarda daha eski tarihli ve daha fazla belgeye ulaşmayı ve bunları paylaşmayı umuyorum.
II. Abdülhamit’in Orman, Madenler ve Tarım Bakanı Selim Paşa, kendi imzasıyla, 06.10.1894 tarihli ve 250 sayılı ve Sadrazama, yani Başvezire, bugünkü anlamıyla Başbakana yazdığı yazısında şunlardan bahsetmektedir:
Çay yetiştirilmesi için Orman, Madenler ve Tarım Bakanı’nın Sadrazama yazısı (BOA. İOM. 2/1312.R-2)
“Çay şifalı ve besleyicidir”
“Bu hakir ve zayıf kulunuzun arzı şudur ki,
Çay bitkisi, besleyici ve iyileştirici özellikleri olduğu için ticaret pazarında ehemmiyetli bir konuma sahiptir. Bundan dolayı Osmanlı topraklarında da yetiştirilmesi ve tarımının yaygınlaştırılması hususlarına teşebbüs edilmesi padişahımızın buyruklarına bağlıdır.
Ülkemizin çeşitli yerlerinde bulunan nümûne çiftlik ve tarlalarında daha önceleri hazırlanmış olan birer dönümlük arazilerde deneme amaçlı olarak ekilmesi ve yetiştirilmesi için Japonya’ya yeterli sayıda tohum ve fidan sipariş edilmiştir.
Trabzon (Samsun’dan Artvin’e kadar olan Doğu Karadeniz bölgesi), Maraş, İzmit ve Bursa civarlarında kendiliğinden yetiştiği haber verilen bir tür çay bitkisi de vardır. Bunun da fidanlarından yeteri kadar örnekler alınıp nümune çiftlik ve tarlalarına dikilecektir.
Aynı şekilde Halkalı Ziraat Mektebi’nde meyvesiz ağaç fidanlığı meydana getirilecektir. Bunun için Trabzon, Maraş, İzmit ve Bursa’da bulunan meyvesiz ağaç ve çay fidanlarını getirmek üzere bu konularda özel bilgilere sahip olan Kızıltoprak Amerika Asma Fidanlığı Müteahhidi Mösyö Ekriln’in gönderilmesi kararlaştırılmıştır.
Gerek Trabzon ve Maraş’tan ve gerekse İzmit ve Bursa’dan getirilecek fidanların yalnız nakliye masrafıyla Mösyö Ekriln’in masraflarının karşılanması gerekmektedir. Japonya’dan gelecek olan çay fidan ve tohumlarının ücretlerinin ne kadar olacağını şu anda kestirmek mümkün değildir. Bunlar için tahminen on beşbin kuruşun Ziraat İşleri için Ziraat Bankası’ndan 1894 senesi bütçesine mahsub ve “Yararlı Bitkiler Üretilmesi ve Ziraatının Yaygınlaştırılması Ödeneği” olarak dahil edilmesi icap etmektedir. Bu paranın Ziraat Bankası’ndan alınmış olan 150 bin kuruştan karşılanması, Ziraat Fen İşleri Başkanlığı’nın ifadesiyle makamınıza arzedilmiştir. Emir ve ferman padişahımız hazretlerinindir.”
Sadrazam yani başbakan ve aynı zamanda II. Abdülhamit’in yaveri olan Cevat Paşa, Selim Paşa’nın kendisine arzettiği bu konuyu hemen saraya, padişaha iletmiştir. Cevat Paşa’nın çay tarımının Osmanlı ülkesinde yetiştirilmesi için padişahtan ferman ve buyruk istediği 19.10.1894 tarihli ve 1099 sayılı yazısı:
Çay tarımı için verilen padişah iradesi yani fermanı.(BOA. İOM. 2/1312.R-2
“Çay Ziraatinin yaygınlaştırılması lazım”
“Devletli Efendim Padişahım Hazretleri,
Osmanlı topraklarında da yetiştirilmesi ve ziraatinin yaygınlaştırılması için buyruğunuza ihtiyaç duyulan çay bitkisinin, nümûne çiftlik ve tarlalarında deneme amaçlı olarak üretilmesi için Japonya’ya yeterli sayıda tohum ve fidan sipariş edilmiştir. Trabzon, Maraş, İzmit ve Bursa civarlarında kendiliğinden yetiştiği bildirilen bir tür çay fidanlarından da icab ettiği kadarının aynı çiftlik ve tarlalara dikilecektir. Halkalı Ziraat Mektebi’nde meyvesiz ağaç fidanlığı meydana getirilecektir. Trabzon, Maraş, İzmit ve Bursa’da bulunan o türden ağaç ve çay fidanlarını getirmek için bu konuda özel bilgisi bulunan Kızıltoprak Amerika Asma Fidanlığı Müteahhidi Mösyö Ekriln’in gönderilmesi isabetli olacaktır. Mösyö Ekriln buralardaki fidanların çıkartılması ve nakliyesi işleriyle uğraşacaktır. Gerekli masrafların karşılanması için ve Japonya’dan gelecek fidan ve tohumların bedellerinin ödenmesi için Ziraat İşleri için Ziraat Bankası’ndan 1894 senesine mahsuben ödenmesi içine Orman, Madenler ve Ziraat Bakanlığı’nın müsaade isteği ve konunun gerçekleşmesi için de ferman buyurmanız babında bu yazı makamınıza yazıldı efendim.”
Sadrazam Cevat Paşa’nın çay tarımı için istediği fermanın verildiğini II. Abdülhamit’in Başkatibi, Özel Kalemi Süreyya Bey’in 21.10.1894 tarihli yazısından anlıyoruz. Bu yazı ise aynı zamanda padişah iradesi, buyruğu anlamına geliyor. Osmanlı bürokrasisinde son zamanlarda, Bakanlıkların teşkilat olarak kurulduğu zamanlardan sonra padişahların fermanları veya buyrukları, emir talep edilen konunun bulunduğu Sadrazam yazısının altına Padişahın Başkatibi tarafından düşülen, “gereğince amel oluna” anlamına da gelen bir bürokratik dille ifade edilmeye başlanmıştır. Yapılan arza “uygundur” onayı ilave edilmiş ve amaç hasıl olmuştur. Bu tür belgelerin diplomatik karşılığı padişaha atfedilmek şartıyla “irade” ismiyle ifade edilmektedir.
Çayla ilgili gelişmeler sürmektedir. Ancak bu bitkinin yetiştirilmesinden önce ne olduğu, dünyanın nerelerinde yetiştiği, tarımının nasıl yapıldığı ve hakikaten Osmanlı topraklarında yetiştirilmesinde fayda olup olmadığının ortaya konulması gerekmektedir. Devletin tepesindeki iradenin izin vermesi ile yolu açılan çay tarımının Osmanlı Arşivi’nde bulunan ilk tarifnamesi aşağıdaki belgededir. Ancak bu tarifnameden önce Orman, Madenler ve Tarım Bakanı’nın padişaha bu yazıyı takdim ettiği bir üst yazısı vardır ki, çay tarımı ile ilgili olduğu kadar mısır tarımıyla da ilgili ipuçlarını bize vermektedir. II. Abdülhamit’e sunulan 23.04.1895 tarihli bilgi yazısında Selim Paşa durumu şöyle aktarmaktadır.
Çay ve mısır tarımı için ön bilgilerin yeraldığı ve Çay tarifnamesiyle birlikte saraya arz edilen Orman Madenler ve Tarım Bakanı Selim Paşa’nın yazısı. (BOA. Y.PRK.OMZ.1/84)
“Mısırın tohumu tuttu sıra çayda”
“Şefkatli efendim hazretleri,
Zatınızın halifeli sayesinde nümüne (örnek) çiftlik ve tarlalarında deneme amaçlı olarak ekilerek yetiştirilmek üzere Japonya’dan getirtilip bir miktarı önceki gün makamınıza arz olunan çay tohumunun nasıl ekileceği ve nasıl yetiştirileceğine dair kaleme alınan tarifname ekte takdim kılınmıştır. Çay yetiştirilmesi hakkında kaleme alınacak bir kitap da basılıp dağıtılıcaktır. Bu kitaptan bir tanesi de zat-i alilerine takdim edilecetir.
Çay kelimesinin geçtiği en eski çay belgesi. Gerek Japonya’dan sipariş edilen ve gerekse Bursa’dan getirtilen çay ağaçlarının saraya sunulduğunu bildiren Selim Paşa’nın arz yazısı. (BOA. Y.PRK.OMZ. 1/62)
Bunun yanında, bir de elli günde yetişmekte olan küçük taneli mısır tohumundan bahsetmek istiyorum. Nümune çiftliklerinde yetiştirilen mısırlardan bir miktarı bu kez size takdim olundu. Bu tohum gerek sahillerde ve gerekse yüksek yerlerde pek güzel yetişmektedir. Oldukça da soğuğa dayanıklıdır. Kamışları fazla uzamayıp rüzgârın tesirinden de etkilenmemektedir. Ayrıca hayvanlar da bunu yemektedirler. Geçen sene Trabzon’a gönderilen tohum örneği ekilip yetiştirilmiştir. Valilikçe bu konuda son derece olumlu görüşler bildirilmiştir. Mısır bitkisinin taneleri de oralar insanı tarafından bir gıda maddesi olacak özelliktedir. Kamışlarının da hayvanlara yem olması bu mısır tohumunun Trabzon’da tarımının yaygınlaştırılması çalışmalarına başlanmalıdır. Bu konuda ve her konuda emir ve ferman padişahımızındır.”
En eski tarihli ve Osmanlı’da çay tarımı ile ilgili olarak kaleme alınan Osmanlıca Çay Tarifnamesi adlı rapor.(BOA. Y.PRK.OMZ.1/84)
En Eski Tarihli Çay Raporu
Çayla ilgili risaleler ve kitaplar yazılmıştır. Ancak bunlar, Osmanlı topraklarında henüz yetiştirilmeyen, ithal yoluyla yurda giren daha çok uzakdoğu ülkeleri ile İran’dan getirtilen çaydan bahsetmektedirler. Daha açık bir ifadeyle kahvelerde, çay ocaklarında, yeni yeni ve yavaş yavaş da olsa girebildiği evlerde içilen çayla ilgilidir. Osmanlı topraklarında tarımı yapılacak bir bitki ve mahsül alınacak bir ürün olarak hiç ele alınmamıştır. Tarımı ile ilgili üst düzey girişim ve izinlerin verildiğini ve teşebbüslerin yapıldığını yukarıdaki satırlarda görmüştük. Bu teşebbüslerden yaklaşık bir yıl sonrasına tekabül eden bir zamanda kaleme alınan ve Selim Paşa’nın üst yazısıyla padişaha takdim olunan -şimdiye kadar ulaşılabilen- en eski tarihli Osmanlıca Çay Raporunu okuyalım:
Çay Fidanları Yetiştirilmesi Hakkında Tarifnamedir
“Çayın anayurdu Çin ve Japonya’dır. 23’üncü 45’inci enlemler aralığında bulunan ılıman iklimlerde yetişir. Pek sıcak olmayan güneşten hoşlandığı gibi fazla sert ve soğuk olmayan kardan da etkilenmez. Yani Kamelya ağacının yetiştiği yerlerde pek güzel yetişir.
Çay, ovalarda, güney ve doğuya bakan dağ sırtlarında yetişir. Ve Çin’de mahsulâtın 3/4’ü dağlık araziler üzerinde elde edilir. Çay buralarda ayrı ayrı tarlalarda yetiştirilir. Japonya’da ise ekili tarlalarla ve nehirlerin kenarında çit gibi ekilir.
Çay için hafif ve orta derecede killi, verimli ve serin arazi tercih olunur. Fazlasıyla rutubetli ve serin topraklar asla yaramaz. Çay tohum veya çelik ile çoğaltılır.
Tohum ekilmesi: Toprak iyice hazırlandıktan sonra 30 cm derinliğinde ve genişliğinde çukurlara ekilir. Bu çukurlar yekdiğerinden 1.5 m. kadar aralıklı bulunan çizgiler üzerinde olmalı ve çukurlar da yekdiğerinden o kadar aralıklı açılmalıdır.
Her çukura 6’dan 10’a kadar tane atılarak üzerlerine iyi ve ince toprakla karışık gübre atılır. Çay tanelerinin muhafazası güç olduğundan o kadar taneden her çukurda ancak bir veya iki fidan yetişebilir ve bunlar da birlikte bırakılır.
Toprağı devamlı şekilde temizlemek lazım olduğu gibi ilk senede sulama ıslak tutulmasından kaçınmamalıdır.
(Çelikle üretim): Bazı defa tohumlar doğrudan doğruya tarlalara ekilmeyerek diğer ağaçlar gibi toprakları iyice hazırlanmış ve gübrelenmiş fidanlıklarda yastıklara ekilir. Sürekli olarak fidanların zararlı otların istilasından muhafazasına dikkat olunur. Şu kadar ki, bu otların ayıklandığı esnada genç fidanlara zarar vermemek için için son derece dikkat ve özen ile hareket etmek gerekir.
Fidanlıkta bu suretle yetiştirilen fidanlar tarlalara nakledilir ve ekilmek için tohumun ekilmesini takip edecek ikinci seneyi bekleyip, bu zaman fidanlar 0.26 metre kadar irtifa peyda ederler. Bu boyda olan fidanların ikisi veya üçü birlikte bir çukura dikilir.
Tohum ekimi zamanı Şubat’tan Nisan sonuna kadardır.
Yapraklar fidanın dördüncü senesinden başlayarak senede iki defa toplanır.
Çayın en nazik ve en güç işlemi, yaprakların kavrulması ve hazırlanmasıdır. Çay mahsulü ateş ile kavrulur. Ve bir takım işlemlerle hazırlanır ki, bunun yapılış şekli yayınlanacak olan çay risalesinde açıklanacaktır.
Çay ağacı Osmanlı topraklarının pek çok yerinde yetiştirilebilir. Çayın tabiatına uygun vilayetlerimiz ise, Erzurum, Sivas, Ankara, Bursa, Aydın, Adana, Halep, Suriye vilayetleriyle İstanbul civarlarıdır. Bu bitkinin buralarda yetiştirilmesi için çalışmalar yapılacaktır.
Avrupa’da çay ağacını yalnız süs bitkisi olarak ekerler. Ve şiddetli kış zamanlarında genç fidanların henüz pek yumuşak bulunan filizlerini donmaktan muhafaza için saman ile örterlerse de bunlar limonluğa nakli kolay olan sandık veya saksı içlerinde bulundurulursa daha iyi muhafaza olunurlar.”
Çayın hakettiği eski konumuna yeniden kavuşmasını diliyorum.
Kaynak : Muhammet Safi
Osmanlı Arşivi Uzmanı
muhammetsafi@gmail.com